Dünya, Filistin özelinde yaşanan gelişmelere uzun süredir kör ve sağır. Önce, defalarca,İsrail’in uyguladığı fiziki saldırılara, sonrasında yaşamını yitiren insanlara şahit olunmuştu. Bu kez de kitlesel manada yaşanan açlık, birçok insanın ölümüne neden oluyor. Filistin tamamen ablukaya alınmış durumda. Her bir günde ortalama on kişi açlık nedeniyle yaşamını yitiriyor. Bunların göz ardı edilemeyecek bir kısmını çocuklar oluşturuyor. Un, ulaşılması en güç ve en çok istenen gıda maddesi listesinde üst sırada yer alıyor. Hal böyle iken hem Filistin hem de Ortadoğu için geleceğe dair kaygılar gün geçtikçe daha somut bir biçimde artış gösteriyor.
Lakin 24 Temmuz 2025 tarihinde Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un X platformunda yaptığı bir açıklama ve bu açıklamanın bölgesel ve küresel yansımaları, gelecek konusundaki tartışmaların yeni ve farklı boyutlara taşınacağının birer göstergesi olarak kabul ediliyor. Bu açıklamayla birlikte Macron, Fransa’nın Filistin’i Eylül ayında devlet olarak tanıyacağını duyurdu: “Orta Doğu’da adil ve kalıcı bir barışa yönelik tarihsel taahhüdüne sadık kalarak, Fransa'nın Filistin devletini tanımasına karar verdim.”
İlgili açıklamanın siyasi ve diplomatik yansımaları elbette ilerleyen süreçlerde görülecektir. Fakat burada birinci mühim mesele, bölge ve dünya gündeminin yeniden Filistin meselesine çekilmiş olmasıdır. İkincisi ise Fransa’nın bu bağlamdaki söylemleri ve girişimlerinin bölgesel ve küresel dengelerde oluşturacağı etkidir. Bilindiği üzere İspanya, İrlanda, İsveç gibi ülkeler Filistin’i tanımış durumdadırlar, ancak BM Güvenlik Konseyi Daimî üyesi bir ülkenin bu yaklaşımının ayrı önem arz ettiği düşünülmektedir.
Fransa’nın bu açıklamasını örneğin, İrlanda olumlu karşılarken, başta İsrail’in ve ABD’nin bu açıklamaya büyük bir tepki göstermiş olduğunu belirtmek sürpriz olmamalıdır. Bu bağlamda Netanyahu, Cumhurbaşkanı Macron’un Filistin devletini tanıma kararını şiddetle kınadıklarını ifade etmiştir. Böyle bir hamlenin, terörü besleyeceğini ve tıpkı Gazze’de olduğu gibi, yeni bir İran vekili yaratma riski taşıdığını iddia etmiştir ve şu ifadeleri eklemiştir: “Filistinliler İsrail’in yanında bir devlet istemiyor; İsrail yerine bir devlet istiyorlar.”
Benzer şekilde Fransa siyaseti de bu durum karşısında deyim yerindeyse ikiye bölünmüş durumdadır. Ülkedeki sol cephe göreli olarak Macron’a bu konuda destek verirken, aşırı sağcı cephe büyük oranda böylesi bir girişime karşı çıkmaktadır ve süreci ciddi manada eleştirmektedir. Fransa’daki Yahudi nüfusu göz önünde bulundurulduğunda İslamofobi üzerine birçok söyleme sahip olan aşırı sağ cephenin, aynı zamanda iç politika açısından nasıl bir manevra alanı inşa etmiş olduğunu görebilmek de olanaklı hale gelmektedir.
Belirtmek lazımdır ki Filistin meselesinde yaşanan insanlık dışı süreç, artık hadiselerin siyaset-üstü bir zeminde ele alınmasını zaruri kılmaktadır. Dolayısıyla hep aynı konu üzerinde durup, açlığa ve ölümlere karşı “duyarsızlaşma”nın onulması güç süreçleri beraberinde getireceği düşünülmektedir. Fransa’nın bu manadaki hamlesinin ve girişiminin önemli olarak görülmesinin nedeni de budur. Eylül ayına kadar, elbette ki, bölgesel ve küresel gündemin değişmesi muhtemeldir, lakin yine de bu mevzu üzerinde ısrarla ve hassasiyetle durmak gerekmektedir.