Yaklaşık bir haftadır, dünya siyasetinin gündeminde İran-İsrail Savaşı var. Haberlerde ve tartışma programlarında ise çoğunlukla odaklanılan konular; “füze sayıları”, “insani kayıplar”, “savunma sistemleri”, “vurulan lokasyonlar”, “nükleer tehdit” ve “savaş çağrıları”. Yani büyük oranda, yaşanan gelişmeler, modern/çağdaş dış politika analizleri çerçevesinde gerçekleşiyor. “İsrail şu kadar füze attı”, “İran şu şekilde karşılık verdi” temelinde analizler yoğunluk kazanıyor. Elbette burada küresel aktörlerin, yani ABD’nin, Rusya’nın ve Çin’in sürece yaklaşımları da eklenen konular arasında yer alıyorlar.
Lakin burada esas dikkat çekilmesi gereken başlıklar ve bağlamlar geri planda kalıyor gibi görünüyor ve şu soruyu sormak zaruri hale geliyor: “İki devletin dini/teolojik motivasyon kaynakları nelerdir?” Vurgulamak lazımdır ki, Ortadoğu coğrafyasındaki düşük, orta ve yüksek düzeylerdeki çatışmaları ya da savaşları dini arka planı görmezden gelerek okumaya ve değerlendirmeye çalışmak büyük bir eksiklik olsa gerektir.
Bir kere, en baştan belirtmek lazımdır ki İran-İsrail cephesinden söz ediliyorsa, burada, iki teokratik devletten bahsediliyor demektir. İki devlet de din merkezli bir yapıya sahiptirler. İsrail penceresinden bakılırsa, arz-ı mev’ud, yani “vadedilmiş topraklar”dan kastedilen şey nedir, bunun izah edilmesi gerekiyor. 1897 yılında Theodor Herzl’in Basel’de gerçekleştirdiği Siyonist Kongre’deki inşa ettiği misyona bakmak ve 1917 yılındaki Balfour Deklarasyonu’nave nihai aşamada 1948 yılında bir İsrail Devleti’nin kurulmasına uzanan sürece işaret etmek zaruri görünüyor. Haricen örneğin, G. Halsell’in kaleme almış olduğu “Tanrıyı Kıyamete Zorlamak” başlıklı eserle, Siyonizmin dünya siyaset tasavvuruna bakmak lazım geliyor. Kaldı ki “bütün dünya neden sessiz?” sorusunu sorarken de aynı zamanda Yahudi lobileri dünyada hangi alanlarda faaliyetler yürütüyorlar, sorusunu eklemek gerekiyor.
Diğer taraftan, Şii ekolün dünya siyaset tahayyülünün boyutları önem arz ediyor. 1979 yılındaki İran İslam Devrimi sonrasında, devletin yapısal dönüşümü, dış politikadaki Şii hilali vurgusu, okunması gereken bir diğer parametreyi temsil ediyor. Şii siyasal düşüncesinde Velayet-i Fakih nedir, kimdir ve etki alanı nedir, sorusunu da bu manada eklemek gereklilik halini alıyor.
Bütün bu faktörleri ayrı ayrı mikro ölçeklerde analiz etmek de elbette yeterli görülmüyor. Çünkü aynı zamanda Ortadoğu tarihinin teolojik/dini motifleri hakkında da makro ölçekli tahlillere ihtiyaç duyuluyor. Dolayısıyla İran-İsrail Savaşı’nı, örneğin Rusya-Ukrayna krizi gibi değerlendirmek doğru görülmemektedir. Çünkü burada iki devletten öte iki dini motife sahip devlete dikkat çekilmektedir. Analizlerin doğru yapılabilmesi için bu bağlamın göz ardı edilmemesi daha sağlıklı olabilecektir. Aksi halde ilgili gelişmeleri atılan füze sayılarından öte bir şekilde açıklayabilmek mümkün olmayacaktır.