Bayramlar eskiden bir mevsim gibi gelirdi. Gelişi günler öncesinden hissedilir, insanın içine tuhaf bir heyecan düşerdi. Sokaklarda bir hareketlilik başlar, evlerde telaşlı bir hazırlık yapılırdı. Bayram sadece bir gün değil, öncesi ve sonrasıyla yaşanan koca bir zaman dilimiydi. Anneler mutfakta tatlılar yapar, babalar en güzel takım elbiselerini çıkartır, çocuklar bayramlıklarını giymek için sabırsızlanırdı. Ama bayramı asıl bayram yapan, insanların kalbindeki o sıcacık duyguydu.
Şimdi düşünün… Eski bayramlardan bir sabah olsun. Henüz güneş doğmamış, ama evin en yaşlısı uyanmış. O yıllarda, bayram sabahları uykuya doyulmazdı. Hele çocuklar, gün ağarmadan gözlerini açar, başucuna koydukları yeni ayakkabılarına, ütülenmiş bayramlıklarına uzun uzun bakardı. Sabah ezanı okunur okunmaz, mutfaktan ilk sesler yükselmeye başlardı. Çaydanlığın kaynayan suyu, kızaran ekmeklerin kokusu, büyüklerin fısıldaşmaları… Bayram sabahının en güzel sesi, annelerin mutfakta hazırlık yaparken fısıltıyla söyledikleri türkülerdi belki de.
Derken evin içinde bir bayram telaşı başlardı. Kahvaltı, o gün her zamankinden daha özenli olurdu. Sofrada taze kaymak, bal, reçel, cevizli çörekler, ince belli bardakta tavşan kanı çay… Ama çocukların gözü kahvaltıda değil, ceplerinde gezdirecekleri ilk harçlıklar ve toplayacakları şekerlerdeydi. Küçük ceplerin içine şimdiden minik bir kese koyulmuştu; içine konacak olan rengârenk bayram şekerleri, biriktirilecek lokumlar için.Kahvaltıdan sonra herkes en şık kıyafetlerini giyerdi. Babalar eski, ama itina ile cilalanmış kunduralarını bağlar, anneler dantel yakalı elbiselerini düzeltir, çocuklar yepyeni giysilerini giyerken yüzlerinde mahcup bir mutluluk olurdu. En güzel ayakkabılar, en temiz gömlekler giyilir, büyüklerin elini öpmek için sıraya girilirdi. Bayramların en güzel geleneği buydu işte: El öpme ve dua alma. Büyükler ellerini uzatır, çocuklar elleriyle o narin avuçları kavrar, sonra içten bir saygıyla dudaklarına götürürdü. Ve hemen ardından, o avuç içine sıkıştırılan ilk bayram harçlığı… Belki kâğıt para, belki eski bir madeni lira… Ama ne olursa olsun, onun değeri paha biçilemezdi.
Ve sonra bayram ziyaretleri başlardı. Evden çıkınca, sokaklarda bayram neşesi dolaşırdı. Kapılar çalınır, içeri girilir, “Bayramınız mübarek olsun” denir, büyüklerin elleri öpülürdü. O evlerde, eski dantelli masa örtülerinin üzerinde, bayram şekeri dolu cam kâseler olurdu. İçinde limonlu, naneli, çilekli şekerler… Lokumların üzerine pudra şekeri serpilmiş olurdu. Herkes, ikram edilen şekerlerden birer tane alır, en sevdiğini seçerdi. Çocuklar o tatlıların peşinden bir evden diğerine koştururken, büyükler bir köşeye çekilir, yılların yorgunluğunu ve hatıralarını paylaşırdı.Evlerde en kıymetli koltuk, büyükbabaların, büyükannelerin oturduğu yerdi. O sandalyelerde, yaşanmış yılların ağırlığı, anlatılacak hikâyelerin bitmek tükenmek bilmeyen sonsuzluğu vardı. Büyükanneler, “Eskiden bayramlar başka olurdu” diye başlar, uzun uzun anlatırdı. O eski bayramlarda insanlar birbirine daha yakın, gönüller daha sıcak, komşuluk daha samimiydi. O zamanlar bayram, sadece ziyaretlerden ibaret değildi; bayram, içten bir tebessüm, kapıyı açan yaşlı gözler, “İyi ki geldiniz” diyen titrek bir ses, çocukların sevinçle dolan cepleri, ve hepsinden öte, hiç eksilmeyen bir muhabbetti.
Bayram günleri sadece insanları değil, sokakları, evleri, eşyaları bile güzelleştirirdi. Camlar pırıl pırıl silinir, misafirler için en temiz örtüler serilir, eski sandıklardan saklanan işlemeli mendiller çıkarılırdı. Anneler, çocuklarının cebine mendil koyardı o günlerde. Hem terlerini silsinler diye, hem de bayramın adabını unutmasınlar diye. Şimdi düşünüyorum da, mendil unutuldu, ama insanlığımızın bir parçası da onunla birlikte mi kayboldu?
Gün akşama dönerken, sokaklarda hâlâ çocukların bayram coşkusu yankılanırdı. Birbirleriyle topladıkları şekerleri karşılaştırır, en fazla harçlığı kim aldıysa onun adı dilden dile dolaşırdı. Akşam olunca herkes evine döner, bayramın tatlı yorgunluğu içinde sofralar tekrar kurulur, neşe hiç eksilmezdi. O günler, bayramların gerçekten bayram olduğu zamanlardı.
Bugün bayramları hâlâ seviyoruz belki ama eskisi gibi hissedemiyoruz. Bayram mesajları bir tuşla gönderiliyor, bayram ziyaretleri birkaç dakikalık görüntülü aramalara sıkışıyor. Çocuklar artık şeker toplamak için kapı kapı dolaşmıyor. Büyükannelerin, büyükbabaların anlattığı hikâyeler, yerini sessiz bekleyişlere bıraktı. Ama yine de bir yerlerde, eski bayramları özleyenler var. Yine de bir yerlerde, çocuklarına mendil koyan anneler, bayram sabahı erkenden uyanan dedeler, limon kolonyası dökmek için kapıda bekleyen büyükanneler var.
Belki de bayramları eski tadında yaşamak için, biraz durup düşünmemiz gerekiyor. O günlere dönemesek bile, eski bayramların sıcaklığını hatırlamak, yeniden içimizde yaşatmak mümkün. Bayram, insanın insanı hatırlamasıdır. Ve biz birbirimizi hatırladıkça, bayram her zaman var olacak.
Ne olursa olsun, bayram, bayramdır…
Yeter ki biz onu yüreğimizde saklamayı bilelim.
Tüm okurlarıma sevdikleriyle birlikte, kalplerine eski bayramların neşesi dolan bir bayram diliyorum. Bayramınız kutlu, yüreğiniz huzurlu, sofranız bereketli olsun!
Bu ayın kitabı: Mustafa Kutlu – Yoksulluk İçimizde
Bu ayın şiiri: Behçet Necatigil – Sevgilerde
Bu ayın sözü: “Eski bayramlar güzeldi çünkü biz daha çok birbirimize varırdık.”